(İslamı patinajdan kurtarmak)
İçtihat
”Bir fıkıh terimi olarak,
fakihin tafsili delillerden
şer’i-ameli hükümleri çıkarmak için
imkanını harcaması manasına gelir.”
İslam dininde hükümlerin asli kaynağı
Ayetler ve hadislerdir.
Ancak bu iki kaynağın sınırlı olması,
olayların ise sonsuz olması,
bu iki kaynağa dayanarak
içtihat etmeyi,
yani hüküm çıkarmayı zaruri kılmıştır.
İçtihat islamın:
Bütün zamanlara,
Bütün mekanlara,
Bütün insanlara hitap ettiği
iddiasını gerçekleştirmenin pratiğidir.
Bu pratiği bir zamanda durdurursanız,
ki öyle olduğunu Hayrettin Karaman şöyle dillendiriyor
“siyasî, içtimâî, ilmî ve ahlâkî değişmelerin bir neticesi olarak
dördüncü asırdan itibaren “mutlak içtihat” azalmış, ehliyet
sahipleri horlanmış, ihtiyaca rağmen imkânlar daralmıştır.”
Belli zaman,
belli mekan
belli insanların
oluşturduğu islamı
bütün zaman, mekan ve insanlara dayatırsanız,
islamı inkar etmiş olursunuz.
Müslümanları
bu günkü hercü merce mahkum etmiş olursunuz.
Oysa farklı zamanlardaki,
farklı mekanlardaki,
farklı insanlar,
açık olan içtihat kapsından geçerek
farklı Müslümanlıklar yaratabilmeliydi.
O zaman islamın evrenselliği devam eder,
bir zillet dönemi yaşanmazdı.
Olmadı.
O kapı bir sebeple kapatıldı.
Türklerin 10. yüzyılda Müslüman olup islamı
“Emevi islamın” dan farklı yorumlaması
bir Türk islamı ortaya koymuş,
bu İslam Balkanlara kadar hakim olmuş,
Viyana kapılarına kadar uzanan bir barış coğrafyası yaratabilmiştir.
Mısır seferi ile yeniden
“Emevi İslam’ının”
hakim olmaya başlaması,
İslam dışı unsurların (batının)
bu zamanda bilimsel alanda hızla ilerlemesi
Müslümanların bir gerileme
bir çöküş sürecine girmesine yol açmıştır.
Müslümanların,
tartışılmaması gereken iman konularını
tartışma konusu yapması,
Lakin tartışılması ve içtihat yapılması gereken
“hukuki” ve “sosyal konuların” göz ardı edilmesi
Müslümanların birbirlerinin ümüğünü sıktığı bir ortam yaratmıştır.
yirminci yüzyılın başında
Osmanlı imparatorluğunun yıkılmasıyla,
İslam coğrafyası hamisiz kalmıştır.
20.yüzyıl başında; hamisiz kalan,
bağısızlıklarını kaybeden Müslümanlar,
sahip olduklarını sandıkları coğrafyada
“efendilerine hizmet eden”
türedi devletlerin ortaya çıkmasına şahit oldu.
İslam coğrafyası tam da bir kaosun içindeyken,
Osmanlı imparatorluğunun anakara parçasında,
Anadolu’da yeni bir hareket meydana geldi.
“Kuvveyi milliye”
Kuvayi milliye zihniyeti;
Önce milletin bağımsızlığını sağladı.
Ardından devleti modernize etti.
Ve ardından
Doğu ile batı arasındaki gelişmişlik farkını kapatmak,
Müslümanların üzerindeki ölü toprağını atmak için
Bütün bu olumsuzlukların sebebi olan
İslamiyet’in belli zaman ve mekana ve insanlara
olan mahkumiyetini kırmak için
içtihat kapısının önündeki
barikatları kaldırma girişiminde bulundu.
Arvasinin deyişiyle bu çaba;
”Hem Türk, hem Müslüman olmak,
hem de muasır dünyaya öncülük etmenin mümkün olduğunu”
ispatlama mücadele siydi.
Bu girişim
Emevi Müslümanlığını savunanlar tarafından
“dinin elden gitmesi”
olarak lanse edildi.
Kuvvecilerin liderinin ölümünden sonra ise
takipçileri bu söylemi doğrularcasına uygulamalara giriştiler
Bu kısır döngü
savaş açtığımız,
tek dişi canavar olarak gördüğümüz,
Ama yendiğimiz,
alt ettiğimiz,
pes ettirdiğimiz Batının
1950 de içimize sokulmasına,
2002 dede
batının menfaatlerini (BOP) en önde
savunur hale gelmemize yol açtı.
Oysa kuvvecilerin açmaya çalıştığı
“içtihat kapısı” açıla bilseydi,
sadece Türkiye değil,
bütün Müslümanlar
topyekun muasır medeniyet seviyesini
yakalama şansı bulabilecekti.
Olmadı.
Ama.”
Bu olmayacak anlamına gelmez