14.53
tik tak
tik tak
olur mu hiç
okumamak
İstanbul un fethini konu alan Türk filmi
12 Şubat 2012 perşembe saat 14.53 te
Türkiye deki 900 yakın
sinema salonunda birden gösterime girdi.
Cüneyt arkının yokluklar içinde çektiği
kara murat fatihin fedaisinden
17 milyon dolarlık bütçeli fetih 1453 filmine ulaşmak
Türk sineması için bir dönüm noktası.
İstanbul un fethi
Türk tarihi açısından zaten bir dönüm noktasıdır.
Kişisel açıdan dönüm noktasıdır,
siyasal açıdan dönüm noktasıdır
ve evrensel açıdan da dönüm noktasıdır.
II. Mehmet,
Fetih öncesi hocasını ziyarete gittiğinde
hocasının fetihle ilgili çok güzel sözlerini dinlemiş,
tatmin olmuş
fakat bir şey dikkatini çekmişti.
Hocası
kendisi odaya girdiğinde
ayağa kalkmamış
umursamaz görünmüştü.
Dönüş yolunda bu kırgınlığını
yanındaki Ahmet paşaya sorar.
Ahmet paşanın cevabı
“gururunuzu kırmak için “
olsa gerek hünkârım şeklinde olur.
Öyle de olur İstanbul fethedilir.
O terbiyeyle İstanbul’a girer.
Kişisel açıdan manzarayı
bir gâvur şöyle dillendiriyor.
” II.. Mehmet artık kendisinin olan şehre,
büyük bir ağırbaşlılık
ve gururla. Giriyor.
Muhteşem bir bakla kırı ata binmiş olduğu halde
hiçbir tarafa bakmıyor.
Zira kendisine zafer kazandırmış askerini
tedirgin etmek istemiyor.”
Hocasının bir hareketi
ve o hareketin doğru yorumu
zafer sarhoşluğunu sıfırlamış
onun yerine koca bir tevazuu hâkim olmuştur.
Siyasal olarak İstanbul un fethi
devlet olan bir beyliğin
bir imparatorluğa yükselme noktasıdır.
Bu Türk tarihi içinde
Osmanlı hanedanı içinde
bir dönüm noktasıdır.
Evrensel olarak;
orta çağ karanlığında
insan ve insani değerlerin
esamisi okunmazken
fatih fethin sonunda
“gaziler istirahata çekilip
kılıçlar kına girdiğinde”
Fatih Sultan Mehmet Han,
Ayasofya’da şükür namazı kıldı.
Önünde yerlere kapanan ahali,
rahip ve eski Ortodoks patriğine karşı;
“Kalkınız!
Ben Sultan Mehmet,
sana ve bütün ahaliye söylüyorum ki,
bugünden itibaren
ne hayatınız
ve ne de hürriyetiniz hususunda,
benim gazabımdan korkmayınız”
hitabında bulundu.
Yetmedi
1563 yılında Bosna’nın fethi üzerine
bir ferman yayınladı:
fermanda
“ Ben,
Sultan Fatih,
Bundan böyle bütün Dünya’ya ilân ediyorum ki,
Bosna Fransiskanları bu ferman ile benim korumam altındadır.
Ve emrediyorum ki:
Söz konusu rahiplere ve kiliselerine hiç kimse tarafından
engel olunmayıp rahatsızlık verilmeyecektir…
Kendilerine,
canlarına,
mallarına,
kiliselerine
ve dışarıdan memleketimize getirecekleri
kimselere dokunulmayacaktır.
Yeri ve göğü yaratan Allah hakkı için,
Peygamberimiz Muhammed Mustafa hakkı için,
yedi Mushaf hakkı için,
yüz yirmi dört bin peygamber hakkı için
ve kuşandığım kılıç için,
en ağır yemin ile yemin ederim ki,
yukarda belirtilen hususlara
söz konusu rahipler
benim hizmetime
ve benim emrime itaatkâr oldukları sürece
hiç kimse tarafından muhalefet edilmeyecektir.”
Farklı din ve inançta olan insanlar
ortaçağ karanlığında
artık Osmanlı imparatorluğunun himayesi altındadır.
Bu Osmanlı barışıdır
İnsani değerlerin
ortada görülmediği için
karanlık çağ olarak tanımlanan yüzyılda
Osmanlı –lütuf ve himaye– içirikli
insani değerlerle bir çığır açmıştır.
Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde
dünya,
insanın temel alındığı
bir uygarlığın var olabilme savaşını veriyor.
Bütün çabalara rağmen
insani her ilişki
maalesef riya kokuyor,
istismar kokuyor
çifte standart kokuyor.
Çünkü insani değerlerin alt yapısı yok.
İnsani değerler söyleminin temelinde insan yok.
Gerçek şu ki
bu alt yapı Türk milletinde var.
Temeli karanlık çağlarda atılmış bir alt yapı.
Lakin bu alt yapıya sahip olanların
bu alt yapıdan ya haberleri yok,
ya da o yapıyı anlayıp kavrayıp
yeniden yorumlayacak bilgi ve becerileri eksik.
Oysa yapılması gereken
ortaçağ karanlığında insani değerleri
lütuf ve himaye kavramlarıyla sarıp sarmalayan milletin evlatları,
bu gün insani değerleri zorunluluk ve hukukilik kavramlarıyla
yeniden yorumlamalıdırlar.
Okadır
Yapılması gereken sadece bir zihniyet inkılâbı
Fetih 1453 inşallah bu mesajı verir.