Duyduğumda
çok ilgincime gitmişti anne.
İlgincime giden şuydu.
Adam diyordu ki
insanoğlunun ömrü
namazsız bir ezanla,
ezansız bir namaz
arasındaki mesafedir.
Namazı olmayan ezan
ne ola ki anne,
niye ola ki,
hele ezanı olmayan namaz
nasıl ola ki.
Ezan;
namaza çağrıysa
bu ezana icabet edilmemesinin
sebebi ne ola ki.
Namaz
ruhsal ve bedensel
temizlenme değil mi anne.
Kulun rabbine yaklaşması değil mi ?
Öyleyse
ve yaklaşma,
yakınlaşma
bir çağrının
sonucuysa ki öyle
bu çağrısız icabet
tam da bir “davetsiz misafir”
hali olmaz mı anne ?
Kafam karıştı anne.
Allahtan adam
konuya açıklık getirdi.
Dedi ki;
çocuk dünyaya geldiğinde,
feryat figan,
gözyaşı ağıt içinde
bir aile büyüğü
çocuğun kulağına
ezan okur,
adını fısıldar
çocuğun kulağına,
okunan bu ezanın
namazı yoktur.
Aradan zaman geçer,
insanoğlunun
ömrü vefa etmediğinde
bu kez
bir musalla taşında
gene feryat figan,
gene gözyaşı ağıt içinde,
ayaküstü
alil acele
iki rekâtlık namaz kılınır.
Bu namazında ezanı yoktur.
İyi mi anne!
Düşünüldüğünde
ortada ne namazsız bir ezan,
nede ezansız bir namaz vardır aslında.
Aile büyüğünün kucağında
kulağa okunan ezanın namazı,
musalla taşında alil acele kılınan
iki rekatlık cenaze namazdır.
Ve bu çağrıya
icabet edinceye kadar
geçen sürede
insan ömrüdür.
Kabul edilir ki
bu süre herkes için aynı değildir.
Lakin sonuç aynıdır.
Ezan
kulağa okunduğunda;
iyi nasıl olsa bunun namazı yok
diyerek pervasızca,
sorumsuzca,
bir miras yedi edasıyla
duyarsızca
davranma şansı yok insanoğlunun.
Er veya geç
ayaküstü o iki rekâtlık
namaz kılınacak.
Ya vaktinde kılınacak.
Ya vaktin cemi denilerek
biraz zaman kazanılacak.
Ya kazaya bırakılacak.
Ama kılınacak.
Anlayacağın ölümden öte köy yok anne