Türk milletinin sıfatlarından biri:
ordu millettir.
Ordu millet,
militarist millet değildir.
Militarist millet;
bir ülkede ordu gücünün
aşırı derecede ağır basması,
her tür sorunu
askerî yöntemlere başvurarak çözme,
bundan dolayı silahlı kuvvetlere
öncelik tanıma eğilimi
ve savaşı yüceltmektir.
Türk tarihinde
ordu gücünün ağır basması,
her türlü sorunun
askeri yöntemlerle çözülmesi,
ve savaşı yüceltme gibi anlayış
söz konusu değildir.
Bu sıfattan kasıt
disiplinli olmak
ve her daim
dışardan gelecek tehlikelere karşı
top yekun uyanık olmak anlamını taşır.
Her daim tehlikelere karşı hazırlıklı olmak
Türkün “hayat tarzından”
kaynaklanmaktadır.
Atlı kültür dediğimiz
yaşantı biçimi bunu gerektirmektedir.
Tarihin en eski dönemlerinde
veya sonradan yurt edinilen coğrafyanın
-ki Anadolu’dur.-
Bir milletler mezarlığı olması
böyle bir uyanıklığı
zamansız ve sınırsız bir disiplini gerektirmiştir.
Zamansız ve sınırsız disiplin ,
askeri zapturapt anlayışını,
savaşı kutsamayı, değil
kurallara uymayı ifade etmektedir
ki buna “sosyal disiplin”
demek doğru olur.
Türk milletinin bu sıfatı
ve tarih boyunca yaşadıkları,
günümüz için şöyle bir mesaj vermektedir:
Türk için devlet demek
millet demektir,
millet demek
ordu demektir.
“Devletin zeval”
görmesi
ordunun itibarsız olması,
ordunun itibarsız olması da
milletin sefil olması anlamını taşır.
Anlaşılmaktadır ki ordu
Türk milleti için var olma
veya yok olma meselesidir.
Türk tarihi bu gerçeği,
farklı zaman ve mekanlarda
hayatiyetini sürdürmek için
yeniden bir daha yapılanırken,
kültürel.sosyal ekonomik,
siyasal yapısının içine yerleştirmeyi
başardığının hikayeleriyle doludur.
Hunlar,
Göktürkler,
Uygurlar,
Selçuklular,
Anadolu Selçukluları,
Osmanlılar
ve Türkiye cumhuriyeti
bu hikayelerin özneleridir.
Orduyu devlet tapısının içine
Türk gerçekliğinin gerektirdiği gibi
yerleştirilmediği dönemler
devletin parçalandığı,
iç çekişmelerin olduğu
yada askeri müdahalelerin yaşandığı
hikayelerin ortaya çıktığı dönemler olmuştur.
Cumhuriyet döneminin başında
süreç normal seyrinde giderken
1950 yılında
büyük bir değişim ve dönüşüm yaşanmıştır.
1950 yılında
dünya yeniden yapılandırılırken,
hâkim uygarlık,(Batı)
dünyayı
“soğuk savaş”
dönemi için düzenlerken,
coğrafi konumu sebebiyle Türkiye’yi de
gündemine almış,
komünizme karşı bir pakt oluştururken
Türkiye’yi ve ordusunu da NATO çerçevesinde
yeniden yapılandırmıştır.
Bu yapılanma da amaç,
Türk milletinin bekası değil,
batı uygarlığının güvenliğinin
veya politikalarının savunulması olarak belirlenmiştir..
“Soğuk savaş” dönemi boyunca
bu anlayış devam etmiş,
bu anlayış içinde askeri
muhtıralar
müdahaleler
darbeler birbirini izlemiştir.
Ne zaman ki
“soğuk savaş”
dönemi sona ermiş,
askerdeki yapılanmada gözden geçirilmiş,
eskinin organizasyonları bir şekilde tasfiye edilirken
orduda yeni dünya konsepti çerçevesinde
yeniden yapılandırılma süreci başlatılmıştır.
Ordudaki yeniden yapılanma
“soğuk savaş”
dönemi yapılanmasından
“küresel güç”
yapılanmasına doğrudur.
Dün komünizme karşı
Türkiye NATO içinde bir kalkan oluştururken
bu gün gene batının tespit ettiği düşmana karşı
gene NATO içinde
bir füze kalkanı oluşturulmaya çalışılmaktadır.
Türkiye 1950 ler de
yaşadığı yapılanma
ve o yapılanmanın getirdiği sorunları,
darbe, terör,ekonomik kriz olarak yaşadı.
Eğer ki küresel güç yapılanmasında
aynı sorunları post modern versiyonlarıyla
yaşamak istemiyorsa
geçmişte yaşadıklarından ders çıkararak
topluma daha az zarar veren
bir yapılanmayı gerçekleştirmek zorundadır.
Lakin.
“Küresel güvenlik”
adına NATO 1999 yılında
son yenilenmesini yaptı.
1999 yılında soğuk savaş dönemi sona ermişti.
NATO boşluktaydı.
Varlık sebebi ortadan kalkmış,
düşman için kurulan organizasyon düşmansız kalmıştı.
NATO için iki yol vardı.
Ya varlık sebebi ortadan kalktığı için kendini feshedecekti.
Yâda kendine yeni bir görev yükleyerek
yoluna devam edecekti.
Birinci yol küresel güç ABD için
siyasi askeri ve mali açıdan uygun bulunmadı.
Bu yüzden yeni bir görev projesi gündeme geldi.
2002 yılında ABD
kişisel projesi olan füze kalkanı projesini
NATO ya taşıyarak yeni görevini belirledi.
2002 de NATO ya taşınan yeni görev
2010 Kasımında Lizbon da imza altına alındı.
Lizbon da imzalanan
NATO nun 38 maddelik bildirisine baktığımızda
NATO nun yeni görevi ve hedefinin ne olduğunu anlamak mümkün.
Şöyle ki:
Madde:
“NATO-Rusya işbirliği stratejik önem taşımaktadır.
NATO Rusya için tehdit değildir.”
Bu maddeden anlıyoruz ki eski defter kapanmış
ve bir adım öne çıkılarak
eski düşmandan dost edinme çabasına girilmiştir
Madde:
“enerji güvenliğinin sağlanmasına
daha fazla hassasiyet gösterilmesi gerekmektedir.”
Bu madde her şeyi açıklamaktadır.
Bu madde eski görevle
yeni görevi birleştiren tek madde
enerji malum batının olmazsa olmazı
Madde,.
“Küresel güvenliğin karşısındaki
en büyük tehdit kitle imha silahının yaygınlaşması…”
Madde:
“terörizm ittifak ülkelerini doğrudan tehdit etmektedir.”
Bu iki madde
yeni düşmanın tarifidir
Terörden kasıt radikal İslam,
radikal İslam’dan kasıt ise İran’dır.
Bu bilgiler
kitle imha silahları maddesiyle de
birleşince düşmanın İran olduğunu
zikretmeye sanırım gerek yok.
Kamuoyuna bakacak olursak,
Türkiye nin girişimiyle İran adı belgede geçmemiş.
İsteyen inanır.
Yalnız bilmek gerekir ki
NATO düşmanı tarif eder
ama ad koymaz
ülke ismi vermez.
Soğuk savaş döneminde de bu böyleydi,
ama herkes bilirdi ki düşman
komünizm
ve Rusya’dır
Peki bu biline, biline
bu bilgi kirliliği neden?
Akla gelen tek makul sebep
Türkiye nin projeye katılımını kolaylaştırmak. ,
Bu katılım esnasında
Türk kamu oyunun
iç siyasetteki direncini kırarak
projeye destek veren hükümeti rahatlatmak.
Şöyle ki;
Füze kalkanı projesine
Türkiye yi katmak,
soğuk savaş döneminde
komünizm tehlikesine karşı
Türkiye’yi yanınıza almaktan zordur.
Soğuk savaş döneminde
karşımızda bir tarihi düşman,
bir gâvur,
boğazlarla ilgili emelleri bulunan bir komşu,
en önemlisi dine karşı çıkan bir dinsiz vardı.
Bu kadar olumlu gerekçeye hayır demek mümkün mü? Elbette değil.
Oysa füze kalkanın da
1639 yılından beri savaşmadığımız,
sınır ihlali yaşamadığımız,
herkesin sınırlarına saygı duyduğu,
dindar, neredeyse şeriatla yönetilen,
ırkı bağlarımızın da olduğu
bir komşunuz var.
Ve sizi
bu komşunuz aleyhine
bir organizasyona davet ediyorlar.
Toplumu bu konuda ikna etmek kolay değil.
Ama mümkün olabiliyor
Önce iktidara
İslami hassasiyeti olan bir parti getiriliyor.
O parti basını yanına alıyor,
muhalefet edenleri bir şekilde hapse atıyor.
Topluma şu dayatılıyor.
İran ın ismi geçmeyecek,
düğme bizim elimizde olacak,
Türkiye’nin bir bölgesini değil,
tamamını kapsayacak.
Teknik olarak mümkün mü bilemem
zaten imzadan sonra
teknik konular konuşulacak
ve muhtemelen o konuşmalar kamuoyuna yansımayacak
Madde:
“NATO programında
maddi külfet risk dengesi gözetilecek.
Yüksek risk altında olan ülkeler
yüksek mali yük altında bırakılmayacak.”
Projenin beş yıllık maliyeti
100 milyar dolar.
ABD projeyi NATO ya taşıyarak
büyük bir mali yükten kurtulmuştur.
Bu mekanizma
bize hizmet etmeyen savunma mekanizmasıdır.
Riski yüksektir.
Bütün İslam alemiyle
düşman olmak,
bütün sınır komşularımızla
çatışma içine girmek söz konusu.
Bu gerçekler çerçevesinde
ordu yeniden yapılandırılıyor.
Siyaset yeniden yapılandırılıyor,
ekonomi yeniden yapılandırılıyor
Küresel güç bununla yetinmiyor
her ihtimale karşı yanı başımızda bir
Kürt devleti kurduruyor.
Bu devleti
bize meşru saydıracak girişimler yaptırıyor.
Bu arada bir girişim oluyor.
Türkiye,Azerbaycan,Kırgızistan ve Moğolistan’ın katıldığı
(TAKM) bir askeri pakt oluşuyor.
Kimine göre turan ordusu,
kimine göre Avrasya Askeri Statülü Kolluk Kuvvetleri .
Benimse merak ettiğim
milliyetçiliği, ayaklar altına alan bu hükümetin,
bu girişime sessiz sedasız onay vermesi.
NATO nun Lizbon’da imzaladığı maddelerden biri de;
enerji güvenliğinin sağlanmasına
daha fazla hassasiyet gösterilmesi gerektiğini vurgulaması.
Turan derken,
Türk dünyası bir araya geliyor derken,
bir tufanla karşılaşmayalım.
Diyorum.
Son söz:
Türkiye 21. yüzyılda yapılandırılmamalı,
Türk devlet anlayışı çerçevesinde yeniden yapılanmalıdır.